ters yemek yemek

öğüne sondan, ortadan veya hiç öğünle ilgili olmayan şekilde oradan buradan yemek yemektir.
proteinli yiyecekler (et, yumurta, peynir vs.) midede uzun zamanda hazım olunur. karbonhidratlar, tatlılar, beyaz undan yapılmış yemekler, patates, meyve vs. midede çok durmadan bağırsağa geçerek orada hazmedilir. su direk bağırsağa geçer. o yüzden önce su içmeli sonra meyve veya tatlı yenilmeli. sonra sebze ve proteinli yiyecekler yenilmeli. önce yemek yenilip, sonra meyve veya tatlı yenilirse, meyve hazım olmak için bağırsağa geçemez mayalanır, bütün yemek bozulur, çok gaz olur. yemekten sonra su veya çay içilirse, yemekten ayrılmadığı için mideyi genişletir ve hazmı zorlaştırır.

oburkedi

yeni, taze, cici yazarlarımızdan.
hoşgeldiniz, ne güzel olmuş, sözlüğü bulup gelmeniz. bir betiminize hayran oldum özellikle. umarım güzel zaman geçirirsiniz aramızda.

kuru fasulye

emziren annelerin özellikle ilk aylar uzak durması gereken, ülkemizde çok tüketilen, geleneksel yöntemlerle pişirildiğinde tadı damağınızda kalacak yemeğin baş rol oyuncusu.

avize

odanın görsel konseptini tamamlayan ağır top eşyalardan biri.

eskiden dünyanın renksiz olduğunu düşünüp üzülmek

şimdide dünyanın renksiz olduğunu düşünüyor ve üzülüyorum dediğim başlıktır.
keşke büyüdükçe geçse.

koruyucu gümüş göğüs kapağı

emziren anneler ve anne adayları için geliştirilmiş belli bir dönem kendinizi wonder women gibi hissetmenize sebep olan, kullanıldığı takdirde meme ucu kremi, yağ, losyon ya da göğüs kalkanı gibi şeyleri alışveriş listenizden çıkarmanızı sağlayan, fiziki bir kalkan görevi görerek göğüs ucunun kıyafete sürtünüp tahriş olmasını önleyen ve de göğüslerde unutulup takılı kalındığı zaman kalabalıkta büyük sıkıntılara sebep olan ürün.

istanbul

türkiye’nin hem en şikayet ettiğimiz hem de asla kopamadığımız yeğane şehri.
iyi, hoş fakat artık kalabalıktan nefes alınamayacak gibi. belki de benim başka şehirleri deneyimleme zamanım gelmiştir.

turan dursun

26 yıl olmuş katledileli. gazetedeki fotoğrafı hiç gitmez gözümün önünden. bembeyaz saçlarıyla masum yüzüyle yatmakta asfaltta.
evinin önünde başının arkasından vurdu katiller.
karşısına fikirlerle çıkmayı başaramadılar. onun kadar bilgileri yoktu çünkü. kırık dökük, yalan yanlış anlatacakları ile ancak güldürürlerdi hocayı veya kızdırırlardı.
kulleteyn ve din bu ile tanıdım kendisini ve aydınlığını. daha sonra bütün kitaplarını okudum.
insanlığın uydurma dinini ve safsatalarını değil, gerçekleri anlatıyordu.
ışıklarda uyuyun hocam.

estetik yaptıran arkadaşa söylenenler

kız kardeşim kırılan burnunu yaptırdığında patavatsız teyzem şimdi güzel mi oldun sanıyorsun demişti :)

haslet

arapça kökenli bir kelime olup, huy, tabiat ve yaradılıştan gelen özellikler anlamı taşımaktadır.

dilimizde üstün özellik ve meziyet manası taşımaktadır. ve ayrıca güzel bir isimdir.

cam silme

alt katlarda oturanlar için nasıl da kolay nasıl da pratik bi eylemdir o

türk kahvesi

küçükken annemlerin içme kara kız olursun söylenlerinden dolayı daha da kara kız olmaktan korkan bir kara kız olarak diyorum ki için kara olasınız varsa olursunuz.

incir reçeli

yaz başlangıcında yabani incirler ile yapılan harika bir reçel.
kaymak ile birlikte yenildiğinde tarifsiz bir lezzet.

video indirme siteleri

içerik yaratan kişilerin en çok tercih ettiği video indirme siteleridir. free veya telif hakkı olmayan anonim videoları indirerek içerik düzenlenmesin yardımcı olur.

https://www.amoyshare.com/
https://yoodownload.com/
https://www.videoindirelim.com/
https://www.ytvideoindir.com/

hayrettin dahik

son müvezzi.

kendisi ile bir kaç oyun oynamışlığımda vardır. aynen anlatıldığı gibiydi. zaten satranç derneğinde sigaranın serbest olduğu zamanlardan sigara ve kül deyince aklıma iki kişi geliyor nevzat süer ve hayrettin dahik. her ikisine de allahtan rahmet dilerim.

biriyle bir zaman, kişinin farkında bile olmadan bir şeyler paylaşırsınız. sonra, yıllar sonra aşağıdaki gibi bir yazı okursunuz. vay canına.

 spoiler!
son müvezzi yaşar hayrettin dahik

sen jorj baptist ilkokulunda ingilizce ve fransızca öğrendi. avusturya lisesinde almanca. ikinci dünya savaşı patlamasa viyana’da makine mühesndisi olacaktı.

80’li yılların sonuna kadar her akşam üzeri cağaloğlu’nda siyahi bir müvezzi dolaşırdı, sırım gibi uzun, adamakıllı yaşlı biri. müvezzi, bağıra bağıra dolaşarak, koltuğunun altında taşıdığı gazeteleri satan meslek erbabına denir. dudağında filtresine kadar yanıp sönmüş bir izmarit, yakalarında külleri ve koltuğunun altında bir demet gazete. hamamın önünden iran konsolosluğu’na doğru geçer, il milli eğitim’in köşesinden kıvrılıp, ankara caddesi’nden aşağı, sirkeci’ye doğru salınırdı. gazete patronları zaman içinde kendi dağıtım ağlarını kurunca bir babıâli geleneği olan “akşam baskısı”nı çıkarmaktan vazgeçtiler. 1876’dan 1980’lere kadar aşağı yukarı 120 yıl boyunca, bazen kara haberler, bazen müjdelerle sokakları çınlatan müvezzilerin sonuncusu olan bu yaşlı zenci, tarafımızdan en son 1996’da –bir başka rotada– görüldü: karaköy bankalar caddesi’nden şişhane’ye doğru sağa sapan kamondo sarmal merdivenlerinde soluklanıyordu. avusturya sen jorj hastanesi’ne gidiyormuş. fakir düşmüş, avusturya lisesi mezunlarına orada öğle ve akşam yemeği veriyorlarmış. ikameti sorulunca, “beni ya sen jorj’da ya ağa camii karşısındaki satranç kulübünde ya da karaköy akçe sokak’taki kaptanpaşa oteli’nde bulabilirsiniz” derdi. onunla kamondo merdivenlerindeki tesadüfi karşılaşmayı da sayarsak üç kez buluştum. ikincisinde otelin altındaki gurbetçi kahvesinde hiç konuşmadan satranç oynadık. üçüncüsünde sen jorj’un yemekhanesinde buluşup, satranç kulübüne gittik. yolda gazeteciden the economist ve der spiegel aldı. meğer ingilizce, fransızca ve almanca’dan maada rumca da biliyormuş. aylardan temmuz olduğu halde sırtında üç kat kazak, bir de ceket vardı. aslında terliyordu, ama bir yandan da burnu akıyordu: “kış ayazı ağustos başında vücuttan böyle çıkarmış.” kulübe önde giren yaşar hayrettin dahik tezahüratla karşılandı. konuşmaya geçmeden yine satranç oynamayı teklif etti. ilk parti mahsustan yenildi. meğer bu bir tuzakmış. bir hamle yapıyor, arkasından dudağında izmaritle uyukluyordu. sırası gelince oynuyor, yine şekerlemeye devam ediyordu. böyle böyle akşamı bulduk. oradan sonra firuzağa’dan geçerek tophane’ye indik. burada bir çay bahçesinde nihayet konuşabildik.

dahik arapça “gülümseyen, tebessüm eden” demekmiş. 1920 yılında istanbul’da yıldız-dikilitaş’ta doğmuş. annesi medine arabı, ama beyazmış. babası bilal ağa mısır’dan gelmiş. sarayın yıldız atölyelerinde torna-tesviye ustası olarak çalışıyormuş. vaktiyle abdülhamid’in dirayetiyle almanya’ya makine mühendisliği eğitimine gönderilmiş. ama yaşar hayrettin doğuştan talihsiz. üç günlükken babasını kaybetmiş. aile ansızın fakirliğe düşmüş. yedi kardeşin beşi daha çocukken ölmüş. zavallı annesi zengin evlerine çamaşır yıkamaya giderek çocuklarını okutmaya gayret etmiş. yaşar hayrettin anaokulundan itibaren hep parasız yatılı olarak ana kucağından uzakta büyümüştü. sen jorj baptist ilkokulunda ingilizce ve fransızca öğrenmişti. ortaokul çağına gelince annesi, çamaşıra gittiği evlerden hatırlı biri aracılığıyla oğluna avusturya’da bir burs ayarladı. böylece 1935 yılından itibaren dört yıl boyunca, viyana sokaklarında siyah bir istanbullu dolaşmaya başlamıştı, hem de bisikletle. gider gitmez altına en kralından bir bisiklet çekmiş. dördüncü sınıfta, baba mesleğini öğrenmek için makine inşası kurslarına yazılmış. ancak bu sıra patlayan ikinci dünya savaşı yüzünden istanbul’a dönüp avusturya lisesi’ne yazılmış. mezuniyetten sonra almanca öğretmeni olmak için çapa öğretmen okulu sınavlarına girmiş, ama kazanamamış. bu ilk yenilgisi. hemen pes edip okulu-kitabı bir kenara atmış. yine annesinin çamaşıra gittiği ailelerden birinin tanıdığı olan ali fuat cebesoy aracılığıyla deniz yolları işletmesi’ne girmiş. köprüden adalar’a kalkan vapurlarda gişe memuru olarak. askerlik çağına gelince, lise mezunu olduğu için yedek subay rütbesiyle babaeski’ye gitmiş. burada “asker tokatlamayı” öğrenmiş. dönüşünde tekrar deniz yolları... bu arada annesi malum torpilini kendisi için işleterek tütün fabrikasına girmiş, sonra oğlunu da yanına almış. ancak 1940’ta annesini, 1948’de de ablasını kaybedince kimsesiz kalmış. dikilitaş’taki baba ocağını, eniştesi ve ablasının öksüzlerine terk edip gurbete çıkmış, otel odalarına gark olmuş. bahtının rüzgârı onu iskenderun’a savurmuştu, burada bir pavyonda çalışan sekiz güzel alman kızına tercümanlık yapmaya başlamış. hatta içlerinden birine abayı dahi yakmış. bir gösteri sırasında müşterinin teki kızlara sataşınca yaşar hayrettin yedek subayken öğrendiği tokadı herifin suratına aşk etmiş. aynısını çekildiği karakolun komiserine de eda edince, önce bir güzel falakaya yatırmışlar, ardından kendini iskenderuncezaevinde bulmuş. iki buçuk aylık cezasını yatıp çıktıktan sonra bir daha birisine el kaldırmaya tövbe etmiş. beş parasız olduğu için adana’ya kadar yürümüş. burada sabancılar’ın dokuma fabrikasında bekçi olarak iş bulmuş. fabrikaya gidip gelen alman mühendisler, dört dil bilen siyah bekçiyi tercüman olarak istemişler. 1940’larda ismet inönü’nün başlattığı memleketi imar harekâtı sırasında doğuda, güneydoğuda birçok yabancı uzman görev almıştı. yaşar hayrettin dahik çok dilli sıradan bir işçi olarak bunların çoğunu tanıma fırsatı bulmuş. bu sayede işsiz kalmıyor, baraj, santral, yol, köprü, tünel, silo, enerji tribünü gibi devasa inşaatlarda dolaşıp duruyormuş. adana, malatya elektrik santrallerinde, incirlik hava üssünde, seyhan, hirfanlı barajlarında, mersin liman inşaatında, elazığ fidanlığında, diyarbakır şehir kulübünde çalışmış. tercümanlığın yanı sıra garsonluk, bulaşıkçılık, şoförlük, otel kâtipliği, amelelik de yapmış. hatta trahom ve sıtmayla mücadele seferberliği sırasında, antakya’da, sırtında alet, kapı kapı dolaşarak helaları, lağımları, ahırları ilaçlamış. 1960’da 40 yaşında biri olarak istanbul’a dönmüş. avusturya-türkiye kitabevi’nde dergi satmaya başlamış. toplam satışın yüzde otuzunu kazanıyormuş. sonra hachette’te aynı işi yapmış. bir ara halk film şirketine muhasebeci olmuş. hatta bu şirketin çektiği üç-beş filmde “zenci” rolü oynamış. dahik her boyadan boyamış, ama sonunda müvezzilikte karar kılmış. sirkeci-aksaray güzergâhında viyana’dan getirdiği bisikletiyle gazete satmaya başlamış. gazete başına yüzde sekiz buçuk verirlermiş. en hızlı satışlar 27 mayıs ve yassıada duruşmaları sırasında gerçekleşmiş. sirkeci’ye ininceye kadar koltuğunun altındaki gazeteler tükeniyormuş. ayrıca güreşçilerimizin altın madalya topladığı olimpiyatlarda, sosyete skandallarında, vahşiyane cinayetlerde satış kazançlı olurmuş. satış sırasında avaz avaz bağırıp çığırtkanlık yapmadığı ve biraz da asık suratlı biri olduğu için müvezzilikten pek bir şey kazanamamış.

ablası öldükten yıllar sonra dikilitaş’taki evine dönmüş. yıllar sonra çıkagelen bu adama karşı evin yeni sakinleri hep mesafeli kalmışlar. vefasızlar bir gün belediye ve müteahhitle anlaşarak evi yakmışlar. yaşar hayrettin bir süre yangın yerinde kurduğu çadırda yaşamış. onu da gelip geçen başına yıkmış. çünkü enişte rahmetli olmadan evin tapusunu allem kallem edip cici eşinin cici çocukları üzerine çıkarmış. şimdi ona avusturya lisesi mezunları sahip çıkıyor. geceliği 150 bin lira olan otel masraflıyla harçlığı karşılandığı gibi günde iki öğün yemek de veriyorlar. harçlığını almanca dergilere, satranç oynarken çokça içtiği sigara ve çaya harcıyor. yaşar hayrettin dahik’i en son şişli’de fransız lape hastanesi’nde ziyaret etmiştim. bileğinden yatağa kelepçelenmişti. “bu ne yahu!” diye isyan etmeye kalkışınca beni sakinleştirdi. meğer ayağa kalkınca düşüyor, iki de bir orasınıburasınıkırıyormuş. kolayını böyle bulmuşlar, o da buna razı olmuş. kalkmak istediği zaman zile basıyor, hizmetli gelip onu istediği yere götürüyormuş. yaşar hayrettin dahik 2007’de bu hastanede hayata gözlerini yumdu.

ümit bayazoğlu'nun uzun ince yolcular adlı kitabından alıntıdır.

adamına göre muamele

adamına göre davranalım derken omurgasızlıkla sonuçlanabilecek olan eylemdir. dozunda kararında olmakta fayda var.

usta

sözlük yazarlarından hikayeler

bir gün bir terziyle yamağı varmış. terzi, yamağının artık her şeyi yapabildiğine emin olmak için bir öneride bulunmuş. aynı anda ikisi de bir elbise dikecekmiş. aynı anda başlamışlar. ikisi de harıl harıl çalışmışlar. terzi, yamaktan daha önce bitirmiş. yamak da bu işin sırrını sormuş ustasına. o da "ipini kısa tut." demiş. (gereksiz bilgi) okuduysanız teşekkürler.

dantel

dantel ;türk sözlüklerinde türk kadını ile özdeşleşmiştir.

geçmişten günümüze dek gelen çeyiz sandıklarının vazgeçilmezi.
90lar da televizyon ,telefon gibi aletlerin üzerinde yer alan büyük ninelerin emekleri ile örülen ,zigonların vazgeçilmez parçası.
zigon sehpa denilince akla ilk gelen parça...

yıllar geçse de üstünden bu kalp seni unutur mu

fikret kızılok' un en çok tanınan şarkısı. fakat babası sevmediğinden dolayı best of albümüne koymamıştır. ilginç bir husustur kanımca